13 Şubat 2009 Cuma

Futbol Nerede Biz Oradayız

Önceki gün Ramsey yazısını yazarken Ülker örneği vermiştim.

Ülker Grubu, Türk sporuna yıllık 38 Milyon Dolar veriyor. Bu para sponsor olmak için verdikleri para. Bir de bu sponsorlukların iletişimi için harcadıkları rakam var ki; düzenlenen kampanyaların, cekilen reklam filmlerinin, hazırlanan ilanların, satın alınan mecraların maliyetler ticari sır olduğundan ancak tahmini olarak sponsorluk için harcadıklarının yaklaşık 3 katı diyebiliriz o rakama.

İşte bu Ülker, Turkcell Süper Lig'in ikinci yarısına, sponsoru olduğu 4 kulübü kullanarak hazırladığı reklam kampanyasıyla merhaba dedi. Gökhan Ünal, Deivid De Souza, Milan Baros ve Rüştü Reçber'in rol aldığı reklam filmlerini "Eğer profesyonel futbolcular, resmi futbol kurallarıyla değil de çocukluk yıllarımızdan hatırladığımız kurallarla futbol oynarsa ne olur?”dan yola çıkarak hazırlamışlar. Hepimizin çocukluğundan tebessümle hatırladığı "Atan alır, abanmak yok teknik vur, gol atan kaleye, 3 korner 1 penaltı" kurallarını kullanmışlar 25 Ocak'ta gösterime giren reklam filmlerinde.

Filmleri TV'ye çıkmadan 1 gün önce gördüğümde, formanın renklerinden midir bilmem, Gökhan Ünal'ın oynadığı filmi daha çok sevmiştim. Çocuklar daha samimi, daha doğal gelmişti gözüme. Buyrun, Ülker'in dediği gibi; "Futbol nerede biz oradayız".

Ya da şöyle düzeltelim, Trabzonspor nerede biz oradayız...


Bu Nasıl Bilet Fiyatlandırması?


11 ay önce, 16 Mart 2008'de İnönü'de oynanan Beşiktaş-Trabzonspor maçının en ucuz bilet fiyatı 40 YTL idi. Pazar günü oynanacak maçın en ucuz bilet fiyatı ise 50 TL.

Yani şöyle söyleyeyim, adı geçen ürünün fiyatı 11 ayda %25 oranında artmış.

Etkinlik geçen seneki gibi Süper Lig mücadelesi. Stadyum geçen seneki vaziyetinde hiç bir değişiklik yapılmamış İnönü. 1 yıllık enflasyon oranları belli. Dünya'daki ekonomik kriz malumunuz. Bunun ülkemize yansıması, piyasaların hali, reel sektördeki resesyon belirtileri gibi ekonomik göstergeleri de takip ediyoruz. İşten çıkarılmaları, kapanan firmaları da duyuyoruz.
E be kardeşim, sen hangi akla hizme şu bilet fiyatlarına 1 sene öncesine göre %25 zam yapıyorsun? Duymuyormusun İngiltere'de bilet fiyatlarının düşürülmesi gerektiğinin konuşulduğunu? Nasıl, neye dayanarak böyle bir fiyatlandırma yapıyorsun Allah aşkına?

Sorsan profesyonel yönetilirler, kurumsaldırlar. Daha ürün fiyatlandırmasını beceremiyorlar.

Gitarınla Bize Bir Ses Verebilsen

Onları hep ya formalarıyla ya da eşofmanlarıyla gördük. Beynimize hep yeşil zemin üzerinde krampon giymiş haldeki görüntüleri kazınmıştır. Hep sahada ne yaptıklarıyla ilgileniriz. Her yıl milyonlarca lira kazanan, tutkunu olduğumuz formanın başarısı için mücadele eden, bir çok taraftar için idol olan bu isimlerin futbol dışında ne yaptıklarıyla ya ilgilenmedik, ya da ilgilendirilmedik.

Trabzonspor dergisinin Ocak sayısında küçük bir haberde Arjantin'li Colman'ın müzik ve gitar merakından bahsediyordu. Trabzonspor Dergisi'nin yönetiminin kulüp bünyesine alındığını öğrendiğimden konuyla ilgili bir e-mail göndermiştim yeni dergi editörüne.

Kulüp dergisindeki futbolcu röportajlarının daha çok sosyal ortamlarında yapılması gerektiğini, hep formayla gördüğümüz, topa vuran futbolcuların, bildiğimiz hikayelerinin dışında, bilmediğimiz özelliklerinin ortaya çıkartılmasının okuyucu açısından daha iyi olacağını belirtmiştim.


Bu ayki dergiden Colman'ın müzik merakını, dövmelerinin anlamını, yerel içecekleri Mate'nin tarifini, çocuğu Mateo'yla ilgili duygularını öğrendim. Farklı bir tat oldu benim için. Röportajı okuyunca, Colman'ın Avni Aker'de şampiyonluk kutlamalarında, Güney Amerika ezgileriyle en sevdiği şarkıları çalıp bizi coşturduğu sahneyi düşündüm. Sahi, ne de güzel olurdu.

Not: Şubat sayısındaki Colman röportajının kerameti bende değil. Ben bir taraftar olarak sadece fikrimi belirtmiştim. Böyle önerileri dikkate alan bir ekibin dergi yönetimine getirilmesini kendi adıma çok sevindirici buldum. Bu tarz farklı tatlar dergiye olan ilgiyi artıracaktır. Önerimi dikkate alıp röportajı yapan Serdal Şahin'e kendi adıma teşekkür ederim.


12 Şubat 2009 Perşembe

Spor odaklı pazarlama iletişimi için doğru örnek

Sponsorluk kurumunda, ayni ya da nakdi destek veren markanın bu sponsorluğun iletişimini yapması, sponsoru olduğu kulübü/federasyonu/sporcuyu kullanarak tüketiciye ulaşması gerektiği teoride herkes tarafından dillendirilir. Ancak iş uygulamaya geldiğinde bunu çok nadir görürüz.

Hatta şöyle söyleyeyim, uluslararası ortakları olmayan yerel markalar için bu söylediğimi görmek imkansız gibidir. İsmi lazım değil, yıllardır her yıl milyonlarca lirayı kulüplere veren bir markanın sponsorluğun iletişimini yapmamasını, sponsorluğu tüketiciye ulaşmak için kullanmaması çok garibimize gitmiştir.

Teoride anlatılanı pratiğe geçirmek manasında doğru örnek olarak ismini vererek ve de tebrik ederek Ülker'i çok rahat anlatabiliriz. Milli Takımla, 4 futbol kulübüyle yaptıkları iletişim kampanyalarına hiç ara vermediler. Emeklerinin karşılığını yapılan marka algı araştırmalarında görüldüğü üzre fazlasıyla da alıyorlar.

Neyse, uzatmadan sıcak örneğimizi de verelim bu konuyla ilgili. Trabzonspor giyim sponsoru Ramsey, kampanya düzenliyor. Verdiği forma, top, kombine değil önemli olan. Elinde Trabzonspor gibi güçlü bir marka var ve Ramsey bu markayı değerlendirmek için doğru şeyler yapıyor. Bu kampanya da onlardan biri.

Ülker gibi, sana da tebrikler Ramsey...

Basma çocuğun ayağına Servet

Fotoğraf Fildişi Sahili'yle oynana hazırlık maçından. Bilek Chelsea'liye ait. Bileği bu hale getiren Galatasaray'lı Servet.

11 Şubat 2009 Çarşamba

Geçmiş Olsun

Her sporun kahramanları vardır. Basketbolda Jordan, futbolda Pele, Maradona olduğu gibi. Kabul ediyorum, futbolda bu kahramanların sayısı hem oldukça fazla hem de kısa zamanda yeni kahramanlar görme olasılığımız çok yüksek.

Formula 1'in de yakın zamandaki kahramanı kırmızıyla görmeye alışkın olduğumuz Michael tabii ki. Kırılabilecek tüm rekorları yıkıp geçip, genç sayılabilecek bir yaşta, hem de popülaritenin zirvesindeyken bu sporu bırakmak zor bir karardı şüphesiz. Hem O'nun, hem de benim gibi O'na hayran olanlar için. Ortaokul 1. sınıfta tanıştım Formula 1'le ve dolayısıyla kendisiyle. O zamanlar Kırmızı'yla ilk sezonuydu. Yani anlayacağınız, ben O'na hayran olduğum zaman kendisi 2 kupalı bir şampiyon olmasına rağmen bıraktığı zamanki kadar popüler değildi.

Pazar sabahları saat 5'te kalkıp Japonya Grand Prix'ini sırf bu adam için izlerdim. Benim O'nu tanımama sebep olan arkadaşla sıraların üzerinde kırmızı maket Formula oyuncaklarımızla yarış yapardık, hem de sırayı ıslatıp yağmurlu hava efekti vererek. Kalemlerimiz bile kırmızı Rotring'di.

Neyse, uzun lafın kısası, gecenin bir yarısında eski dostun kaza geçirdiği haberini okudum. 2 tekerli bir Honda CBR 1000'den düşmüş. Haberin başlığını okuduğumda Silverstone'da duvara çarptığında aracın içinden elini kaldırdığı an geldi aklıma ve "kazalara alışıktır, birşey olmamıştır O'na" dedim kendi kendime. Belki de bir duaydı bu.

Doktorunun söylediğine göre ense ve omzundan hafif yaralanmış, ciddi birşey yokmuş. Geçmiş olsun kırmızılı adam. Dikkat et kendine

Eski Gökhan


Kayseri'de gol kralı olduğu sezon en beğendiğim özelliği şutlarıydı Gökhan'ın. Hele topla hareketli iken, beklenmedik anda, örneklerine genelde Premier Lig'de rastladığımız şutları tabiri caizse mest ederdi beni. Geçen yıl yaşadığı sakatlık ve Tolunay Hocayla olan sorunları yüzünden önceki yılki performansını sergileyememişti.

Bizde de sezonun ilk yarısında ligde attığı 7 gole rağmen, verilen 6 Milyon 250 Bin Euro bonservis sebebiyle fayda/maliyet analizi severler tarafından performansı beğenilmiyordu.

Fenerbahçe maçı öncesi devre arasının ona çok iyi yaradığını, idmanlarda, hazırlık maçlarında, her yerde yüzünün güldüğünü, performansının artacağını öngörmüştüm. Fenerbahçe maçında benim beklediğim çıkışı skor olarak yapamasa da önce Ankaraspor maçında akıl ve yetenek dolu bir gol attı, ardından bu akşam Fildişi Sahili kalesine füze yolladı.


Bizim ex, Fildişi Sahili'nin hali hazırdaki hocası General Vaha da basın toplantısında Gökhan için ayrı paragraf açıp takımında en çok onu görmek istediğini söylemişti.

Benim izlemekten zevk aldığım Gökhan, ondan beklediğim tarzda gollerine verdiği arayı bitirdi. Kalan 15 lig maçında bu golleri daha çok izleyeceğimizi düşünüyorum.

Ha bitirmeden, şu muhteşem golü atan oyuncunun maçtan tek bir kare fotoğrafını başta federasyonun internet sitesi olmak üzere hiç bir internet sitesinde görememek de çok manidar. 5 kare Servet, 2 kare Caner Erkin, 1 kare Arda, bunlar kafi.

10 Şubat 2009 Salı

Biraz Daha Dikkat Lütfen


Sporun, daha doğrusu futbolun endüstriyelleşmesinden sonra, artık kulüplerin gelir kalemlerinde çeşitlilik ve artış olduğunu hepimiz biliyoruz. Bu gelir kalemlerinin başında da kulüplerin kendilerine ait mağazaları ya da perakendeciler vasıtasıyla lisanslı ürün satışları geliyor. Bu konuda profesyonel çalışan kulüpler emeklerinin karşılığını Fenerium örneğinde gördüğümüz gibi fazlasıyla alabiliyor.

Bir giyim markası, ürünlerinin tanıtımı amacıyla gazete/dergi/internet mecralarını kullanmak için hatrı sayılır paralar öderken, futbol kulüpleri kendileri haber değeri taşıması sebebiyle böyle bir şey için tek kuruş harcamamaktalar. Şöyle ki hemen her gün her gazetede bu futbol kulüplerinin antrenmanlarından, maçlarından, etkinliklerinden fotoğraflarıyla birlikte haberler yer alıyor. Bu bakımdan birere giyim markası olarak görebileceğimiz kulüpler, aslında bedavaya ürün tanıtımı ve defile yapmış sayılırlar. İşte bu yüzden idmanlarda, maçlarda ya da kulüp etkinliklerinde kullanılan ürünlere özen gösterilmesi şart.

Yukarıdaki fotoğraf 10 Şubat'ta Trabzonspor'un sabah idmanında çekildi ve kulübün resmi sitesinde yayınlandı. Kaleci Tolga'nın giydiği eşofmanın önündeki Avea yazısı soyulmuş ve kötü bir görüntü vermekte. Bu ürünlerin sezon başında çıktığı düşünülürse, açık açık "aldığınız ürün 6 ayı bulmadan deforme olur" imajı veriliyor.

Kulübün "vitrini" diyebileceğimiz bir yayın organında, satıştaki bir lisanslı ürünün tanıtımı bundan daha kötü olamazdı. Bu ürünü gören taraftara resmen "ürünü alma" denmesi çok vahim bir durum.Hani bazen markalar hakkında dedikodu çıkartılıp, karalama kampanyası yapılır ya, maalesef biz bu karalama kampanyasını kendimiz yapıyoruz.

9 Şubat 2009 Pazartesi

Filmden Bir Kare


Serdar Akar'ın filmlerinde futbolu ne kadar çok kullandığını bir çoğumuz biliriz. "Hayat fena halde futbola benzer" sözü, Gemide filminden aklımızda kalan en manidar cümledir belki de.

Beşiktaşlı olduğunu bildiğimiz, futbol sevdalısı Akar'ın filmlerinin ayrı bir tadının olduğunun da hepimiz farkındayızdır. Şiddet'i bu kadar izlenebilir hale getirdiği için kendisine teşekkür ediyorum, ama konumuz Serdar Akar'ın başarılı yönetmenliği değil.

Serdar Akar'ın; Ankara'da yaşanmış gerçek bir hikayeden esinlenerek çektiği "Barda" filminde de aynı şekilde şiddet ve futbol temaları kullanılmıştı. İzlememiş olanlar için anlatayım, içinde mini bir halı saha olan barda her akşam 3'er dakikadan 3'e 3 maçlar oynanmakta ve kazanan takıma o barda 1 yıl boyunca ücretsiz içki servisi yapılıyordu.

Filmin başındaki ilk maç sahnesinde, kahramanlarımızdan Nail (Doğu Alpan), sahada rakiplerini teker teker güzel çalımlarla geçip gollerini atıp, tabiri caizse şov yapmış, maçın yıldızı olmuştu. İşte kahramanımız Nail gollerini sıralarken gözüme halı saha yeleğindeki numarası takıldı.

Tahmin edeceğiniz, edemiyorsanız yukarıda göreceğiniz gibi Nail'in forma numarası 61'di. Ülkenin en büyük futbol şehrinin çıkardığı yıldızları, bu şehrin futbolcu fabrikası olduğunu, şehirdeki herkesin ortalama üstü futbol bilgisi ve yeteneği olduğunu tekrar sıralamama gerek yok.

Futbolla yakından ilgili Serdar Akar, muhtemelen sahada en iyi futbol oynayan kişiye 61 numarayı bilerek giydirdi. Veya Doğu Alpan Trabzonlu ya da Trabzonsporlu olduğu için kendisi bu numarayı giymek istedi. Ya da, hoş bir tesadüf oldu, ve tamamen rassal olarak filmdeki en iyi futbol oynayan karaktere 61 numara rastladı.

3 ihtimal de insana keyif veriyor.

Ayıp Olmuyor mu Vakıfbank?


Ankaragücü maçını televizyondan izleyenler maçtaki Vakıfbank'ın sanal reklamını hatırlayacaktır. 4 futbol kulübüyle yıllar önce taraftar kredi kartı anlaşması yapan Vakıfbank, kredi kartında World sistemine geçmesinden dolayı kart tasarımlarını yeniledi ve yeni bir reklam kampanyası başlattı. Kampanyada "Aşkı Senden, Kartı Bankandan!" sloganı kullanılırken mecra olarak da Süper Lig karşılaşmaları ve spor gazeteleri tercih edildi. Buraya kadar kampanyayla ilgili bir sıkıntı yok. Herşey olması gerektiği gibi.

Ben de bir Trabzonsporlu ve de kredi kartı kullanıcısı olarak istedim ki kartla yapacağım alışverişlerden kulübüme katkı olsun. Bu sebepten Ankaragücü maçının devre arasında http://www.vakifkart.com.tr/ adresine girerek kart hakkında detaylı bilgileri ve nasıl başvuru yapabileceğimi öğrenmek istedim. İlgili sayfada, kart başvurusu kabul olanlar için bir de atkı-bere promosyonu olduğunu görünce daha da çok sevindim. Nihayet birileri spor odaklı iletişim yaparken doğru hamleler yapıyor diye geçirdim içimden. Taa ki, diğer kulüp kartlarıyla ilgili bilgilere bakana kadar.




FB, BJK ve GS Taraftar kredi kartları için, başvurusu kabul edilen ilk 5.000 kişiye promosyon veren Vakıfbank, Trabzonspor taraftar kredi kartında ise ilk 2.000 kişiye lisanslı ürün promosyonu veriyor. Trabzonspor'un, sözünü ettiğim kart sistemine dahil edilmesini yerinde bir hareket olarak değerlendirsem de buna teşekkür edecek değilim. Neticesinde Vakıfbank Trabzonspor ismi sayesinde yeni müşteriler ve dolayısıyla gelir elde edecek. Trabzonspor'un sisteme dahil edilmesini, yöneticilerinin "bu kulübün büyüklüğünün farkına varmış olmaları" olarak yorumlayabilirim.

Ancak, Trabzonspor'u ciddiye alan bu yöneticilerin, böyle bir kampanyada, bu şekilde bir ayrımcılık yapmalarını içime sindiremem. Vakıfbank yetkilileri en kısa zamanda yaptıkları hatanın farkına varmalı, promosyon kampanyasında da eşitliği sağlamalılar. Aksi takdirde kriz kapıda.

Maç İzlemek:3 TL, Maç Sonrası Kolbastı:2 TL



Yorumsuz!!!

8 Şubat 2009 Pazar

Ümit Aktan

En son ne zaman bir maçı radyodan dinledim hatırlamıyorum. Ümit Aktan'ı da en son ne zaman dinlediğimi hatırlamıyorum. Saolsun kendisi bir maçı insana en güzel şekilde dinletebilecek yılların spikeridir. Maç anlatırken söyledikleri, kullandığı tabirler, betimlemelerden bir mizah kitabını doldurabilecek malzeme çıkar ki ben bu yazıda yıllardır anlatılan Ümit Aktan yorumlarını yazmayacağım.

Cuma akşamı Ankaragücü maçı başladığında ben hala otobüsteydim. Evde Lig TV varken böylesi önemli bir maçtan daha fazla mahrum kalmak istemediğimden, eve daha çabuk gidebilmek otobüsten inip bindiğim takside radyoyu açtırdım ve en son ne zaman dinlediğimi hatırlamadığım o muhteşem sesle irkildim. Pür dikkat maçı dinleyip efsanenin yeni bombasını merakla beklerken çok gecikmeden kendisi Ankaragücü oyuncusu Jaba için "çimlerden 1 karış yüksek" diyip merakımı giderdi. Ben yüzümde tebessümle Ümit Aktan'ın eski yorumlarını düşünürken önce Tayfun'un golü, sonrasında taksicinin kahkası geldi. Kimbilir o arada benim kaçırdığım neler söylemişti Ümit Aktan.

Sen yaşadıkça radyolardan uzak kalma emi.

Takımın Karakteri


Bu sezon Trabzonspor’daki en büyük gelişim oyun disiplininden kopmamasında oldu. Takım belki göze çok da hoş gelen bir futbol oynamıyor, belki oyunun her anında topa daha çok sahip olup her zaman hücumu düşünmüyor ama gol yese de, geriye düşse de son dakikaya kadar oyunu kazanma arzusunu yitirmiyor. Şimdiye kadarki 19 haftalık lig periyodunda Antalya, Konya, Kayseri, Kocaeli, Eskişehir maçlarında, kupadaki Beşiktaş maçında bunu çok açık şekilde gördük. İşte Ankaragücü maçı, Trabzonspor’da birkaç yıldır olmayan “takım karakteri” kavramının yerleştiğini tescil etmiş oldu.

Taraftarın takıma sonuna kadar destek vermesinin altında da işte bu mücadele ve maçı sonuna kadar bırakmama yatıyor. Eğer ki Trabzonspor’un iyi futbol oynamadığı bir maçın 89. dakikasında maç hakkında konuşan iki taraftar bir şekilde golün geleceğini, takımın kazanacağını düşünüyorsa bu kazanma isteğinden dolayıdır.
*Bu yazı 09/02/2009 Taka Gazetesi'nde yayınlanmıştır

Biraz Erken Değil mi Egemen?


Ankaragücü maçı sonrası Egemen’in saha ortasında 3lü yaptırması o an, ben de dahil olmak üzere bir çok Trabzonspor taraftarının hoşuna gitmiştir. Ancak şu anda düşündüğümde Egemen’in bu hareketinin kendisi için çok erken olduğunu düşünüyorum. Daha Trabzonspor’daki ilk sezonunu tamamlamadan, taraftara yönelik böyle kişisel hareketlerde bulunmaması gerekiyor.

Kendisinin sezon başı transfer olduğu şehre ve takıma adapte olması, maçlarda performansının limitlerini zorlayıp sonuna kadar mücadele etmesi bir taraftar olarak tabii ki takdir ettiğim noktalar. Ankaragücü maçı sonrası tezahürat yaptırmasında da art niyet aramasam da, olayı sıkıntılı bir maçın galibiyetle bitmesinin sevincinin dışavurumu olarak nitelendirsem de yine de Egemen gibi Trabzonspor formasını 1 sezondan daha az süredir giyen bir futbolcunun böyle bir hareketi yapmaması gerektiğini düşünüyorum. Kendisi belki farkında değil ancak henüz üzerindeki “Bursasporlu Egemen” imajı, “Trabzonsporlu Egemen” olmuş değil. Önce formayla özdeşleşsin, ömrü izin verirse daha çok 3lü çektirir.
*Bu yazı 09/02/2009 tarihli Taka Gazetesi'nde yayınlanmıştır